Pages

Bazıları Pazartesi Sever / 1. Bölüm: Her şey Sima'nın Bağırması İle Başladı!

 Sizce Pazartesi'nin en kötü başlangıcı hangisi olabilir? Sizi uykunuzdan sıçratan bir alarm sesi mi? Yoksa, giyotin sehpasının baş ucunda bekleyen bir cellat misali yatağınızın başına tüneyen ev arkadaşınız mı? Bence iki senaryo da eşit seviyelerde berbatlık taşısa da ben bugün ikincisini seçiyorum çünkü baş ucuma çöreklenen ev arkadaşım Sima'nın "Aydan kalk artık! Hadi bak saat kaç oldu, aç karnına işe gideceksin ve sonra tüm gün milletin burnundan getireceksin!" diye bağırması ve bunu alt katta yaşayan emekli Samet amcayı bile yatağından zıplatacak bir şekilde yapması alarm sesinden daha acı verici bir durum olabilir. Hışımla kalktığım yataktan "Ne var ya ne var? Belki işe gitmeyeceğim, belki patronuma araba bozulduğu için yolda araba ararken başıma kötü şeyler geldi organ mafyasının eline düştüm gelemiyorum diye mesaj atmış olabilirim, neden sabah horozu gibi başımda bağırıyorsun? Neden bir sabahta güzelce beni uyandırmayı denemiyorsun? Belki bu sayede bugüne yağdırdığım lanetleri sana da yağdırmamış olurum." diye cevap verip aynı hızla ve en kötü bakışlarımla banyoya yöneldim. Tabi bu Sima'nın "Top atsak uyanmıyorsun, sonra geçmiş bana kızıyorsun! Uşağın mı var be senin? Hem Şaheser cadısına o kadar çok yalan söyledin ki kadın bunu yemez ama sen söylediğin yalan sayesinde cehennem locanı garantilemiş olursun tatlım!" şeklinde cevabını verip doksandan gol atmasına engel olmadı. Tam cevap vererek sabahın ilk lanetini kendisine yağdıracaktım ama Belin'in hızla odaya girip bizi masaya sürüklemesi sayesinde bu vahşetim yarım kaldı. İşte bizim kızlarla hikayemiz bu; birbirimizden o kadar ayrı karakterlere sahip olmamıza rağmen yine de birbirimizden kopamıyoruz.
    Hızlıca yapılan bir kahvaltıyı asla sevmem ama yataktan çıkmak için gerçekleştirdiğim küçük çaplı eylemim sonucunda alelacele kahvaltımı yapıp yola koyuldum çünkü Beylikdüzü gibi İstanbul'un il sınırında oturuyorsanız Levent'te olan iş yerinize gidebilmek ve metrobüs savaşlarında galip gelebilmeniz için erkenden yola koyulmanız şart. Eğer metrobüste oturmuşsanız kendisi gerçekten İstanbul'da yaşayanlar için bir nimet, hele bir de benim gibi 40 durak gibi rekor bir yolculuk gerçekleştiriyorsanız kesinlikle dünyanın en iyi keşiflerinden bir tanesi. Gittiğiniz bu durak sayısı arttıkça akrabalarınızı, görgüsüzlüğünün zirvesinde olan arkadaşlarınızı gizli gizli stalklayarak lanetler yağdırabilir, dün gece yazmanız gereken yazınızı yazabilir hatta imkân dahilinde yan koltuğunuzda oturan yaşlı teyze ile gelinini bile çekiştirebilirsiniz. Metrobüs olmasaydı Türk halkı nasıl bu kadar sosyalleşebilecekti acaba? Haftanın ilk günü olduğu için bugünkü metrobüs yolculuğumda bolca stalk özelliğimi geliştirdim çünkü mesai saatlerinde telefon kullanmamız kesinlikle yasak. Moda sektörüne yön veren dergilerden bir tanesinde editör yardımcısıyım ve editörüm olan Şaheser cadısı yaşadığı çağı kabullenmeyen bir mobbing delisi. Eğer mesai saatlerinizde elinizde telefon görürse o telefonu size tek parça halinde yutturur. Tabii bana henüz böyle bir teşebbüste bulunmadı ama benden önceki yardımcısını üç gün gibi kısa bir sürede psikolojik olarak çökertip hastaneye tıktığı için potansiyelinin farkındayım ve ekmeğimden olmak gibi bir niyetim yok. Sonuçta derginin kulisinde konuşulan ve herkes tarafından beklenilen "Şaheser Hanım emekli oluyor!" dedikodusu gün geçtikçe gerçeklik kazanıyor, doğal olarak boşalacak koltuğa benden başka daha mantıklı bir aday yok! Varsa bile yok, çektiğim çilelerden dört sezonluk dizi yapabilecek bir noktaya geldiysem o koltuk benimdir arkadaş kimseye kaptırmam. Tabii editör olabilmem öncelikle işe geç kalmamayı başarmam gerekiyor. Pazartesi günleri şarj edilmeyi unutmuş bir cep telefonu gibi olduğum için tüm gün yaptığım işlerde de karşımdaki kişiyi sinir krizlerine sokuyorum ama özellikle sabahları benim yüzümden geç kalan kızların beni çekiştirmesiyle maraton koşucusu gibi koşarak ülkeme derece üzerine derece kazandırmayı ihmal etmiyorum. Bir gün editör olursam eğer sabahları lüks bir spor salonunda spor yapacak, üstüne gidip kendime harika bir sabah kahvaltısı ziyafeti gerçekleştirecek ve öğlen elime kahvemi alıp kendimden emin adımlarda ofise gideceğim. Bir dakika ya. O saatten sonra gidip kahve almakla hiç uğraşamam. Görevi sadece her öğlen bana şehrin en ücra köşelerindeki enfes kahveleri bulmak olan bir asistanı işe alacağım. Sonuçta bu mevkiye geldisysem birazcık kendimi şımartmam gerekiyor değil mi?
    Günlük ofis koşuşturmamızı Şaheser cadısının o günkü  ruh hali belirliyor. Eğer bir gece önceden kıl kuyruk kocası ile kavga etmemişse kendisi gayet mülayim oluyor,  pek fazla etliye sütlüye karışmadığı için hepimiz rahat nefes alıp mutlu mesut çalışıyoruz ama eğer kocası yine bunu evde bırakıp kulübe veya başka bir etkinliğe gittiyse, üstüne üstlük çıkan kavgada alttan almadıysa işte o gün hepimiz üzerimize kurşun yelek bile giysek nafile. Ofise ilk adım attığı andan itibaren esip gürlemeye başlıyor ve muhakkak o gün bir adet stajyer işinden oluyor. İşte bugün de öyle bir gündü. Büyük bir ihtimalle tüm gece kavga ettiklerinin işareti olan göz altı torbaları ve on oktav sesi ile bizden önce işe gelmiş ve herkesi sıradan geçirmeye başlamıştı bile. Finans bölümünde çalışan Sima bize erkenden başsağlığı dileklerini ileterek hızlıca departmanına doğru kaçtı. Belin ile ben bu gazaptan kurtulamayacağımız için birbirimize Fatiha suresi okuyarak ofisten içeri girdik. İçeri girdiğimizi şahin gözleri ile fark eden Şaheser cadısı "Ooo kızlar! Sonunda ofisimize teşrif edebildiniz. Bu sabah kahvenizi nasıl alırsınız? Size bugün benim tercihim olan zıkkımın kökü kahvesini öneriyorum. Eşsiz aroması olan bu kahveyi içtikçe kredinizin bittiğini hatırlayacak ve her an yiyeceğiniz tekmenin hayali ile yaşayacaksınız." Adlı mini cinnet operasıyla bizi yerimize mıhladı. Biraz daha söylenerek bizi kelimeleri ile öldürmeyi planlıyordu ama çalan telefonu bizim can kurtaranımız oldu. Hızlıca masama geçip işe koyuldum. Öğlen yemeğine kadar gelecek hafta yapılacak olan moda haftası ile ilgili yazdığım yazıya yoğunlaştım. Aslında bu konuyla ilgili daha önce de yazılar yazmıştım ama Şaheser cadısı yazdığım yazılara başta bin bir türlü hata buluyor ve en sonunda bunu kendi fikriymiş gibi kullanıyordu. Çalışırken asla zamanın nasıl geçtiğini anlamam o yüzden Belin olmasa büyük bir ihtimalle işe başladığımın ikinci günü açlıktan ölebilirdim çünkü Belin'in görevlerinden bir tanesi her öğlem yemek saatinin geldiğini bana hatırlatmak için masama gelmesiydi.
    Ev arkadaşlarım Sima ve Belin ile liseden beri yakın arkadaşız. Sima'nın finans, Belin'in büro yönetimi ve Benim iki yıl gazetecilik sonra da iki yıl moda okumam arkadaşlığımızda ufak çaplı bir kriz çıkarıp arkadaşlığımızı sekteye uğratsa da hala birbirimizden kopmadığımız için ve aynı şirkette çalıştığımız için günün ilk yarısının analizini öğle yemeğinde yapabiliyoruz. Bugünün ilk dosyası Şaheser cadısının geç kaldığımız için bize söyledikleri oldu, sonra günün "kim ne yapmış?" dedikodusuna hızlıca göz atıp asıl büyük olaya geldik; Dün akşam kızlarla karaoke yarışması yapma karalı aldık. Bu da bize yeterli gelmemesi, içtiğimiz alkolün beyin hücrelerimizi ele geçirmesi sonucun da iddiaya girdik. İddia oldukça basit; bu gece en az alkışı alan en çok alkış alanın istediklerini yapacak. Evet aslında oyun oldukça basit ama sesimin Ajdardan daha beter olması ve sahnede şarkıya girmeden kusmam gecenin finalini daha en başından belirledi. Dün gece saatlerce bana verecekleri cezayı düşünen bu ikili sonunda seçtikleri cezayı bana açıklamaya karar verdiler. Daha önceki oyunlardan hazırlıklı olduğum cezalar olan Kıyafet odasından parfüm tarzı  ürünleri yakalanmadan alma, işe pijama ile gelme, panda makyajı yapma gibi cezalardan bir tanesi geleceğini bildiğim için gayet sakin bir şekilde yüzlerine bakmaya başladım. Çok geçmeden Sima " Senin için cezamızı seçtik; Bu akşam bizimle beraber Taylan'ın doğum gününe bizim seçtiğimiz kıyafetle gelecek, bütün gece Taylan'a kibar davranarak onunla dans edeceksin! Haa, itiraz edersen geçen hafta senin yüzünden ofise üzerimde pijamalar, yüzümde panda makyajı ile gittiğimi hatırlatır, senin yüzünden Berk'i elimden kaçırdığımı ve adamın beni gördüğü her yerde deli görmüş gibi kaçtığını sevgi ve saygıyla iletirim." Tamam benim ona yaptığım ceza birazcık acımasız olabilirdi ama onların yaptığı resmen idam cezasından farksızdı. Elimdeki çatalı hızlıca masaya atıp "Öldürseniz gitmem! Hatta bırakın öldürmeyi en sevdiğim çantamı yırtıp atmakla bile tehdit etseniz yine de gitmem! Sizin hiç acımanız yok mu? Adam bütün gece "seninle özel dakikalar geçirmek istiyorum" diye peşimden gezecek ve bu fırsatı yakaladığı an avını gören aslan gibi üstüme kapaklanacak! Allah'ım bu kâbusu bana reva mı görüyorsunuz!" diye kendimi acındırmaya başlamam hiçbir işe yaramadı. Kızlar bir kere kafalarına takmışlardı ve ben ne yaparsam yapayım kararlarından vazgeçmeyeceklerdi. İşte al sana Aydan! Yıllarca kızların burnundan getirirsen öyle şapa oturursun. Şimdi git ve cezanı çek.
Beni bu cezadan kurtarabilecek bir kişi varsa o da Şaheser cadısıydı. Genellike sinirli olduğu zamanlarda biz zavallı kölelerine anlamsız işler yükleyerek mesaiye bırakırdı ve bunu büyük bir zevkle yapardı. Evet! Şimdi Şaheser cadısının odasına gidecek ve ondan on kişinin mesaisini isteyecektim. İşte bu sayede hem Şaheser cadısının gözüne girecektim hem de kızların cezasından kurtulmuş olacaktım. Hızlıca Şaheser cadısının odasına gidip kapısını çalıp içeriye adımımı attım. Daha odasından içeri adımımı attığım an "Sen hala burada mısın? Bu akşam beyaz atlı prensin ile yiyeceğin yemeğe hazırlanman gerekmiyor mu senin?" demesi yemin ediyorum hayatta yediğim tokatların hepsinden daha şiddetliydi. Ben daha ağzımı bile açmadan "Sonunda çenene dayanacak birini bulmuşsun, bu akşam o kişiyle yemek yiyip ilişkinizi nihayete erdirecekmişsin. Belin olmasa bunu öğrenemezdim. Şimdi cevap dahi vermeden odamdan çıkıyorsun, kıyafet odasına gidip sana seçtiğim kıyafeti alıp doğruca kuaföre gidiyorsun. Adamın karşısına bu kılıkla çıkıp da terk edilme sakın" diyerek günümün nasıl kabusa döneceğinin ilk sinyallerini vermiş oldu. Alçaklar! Yapacağım hamlemi önceden kestirmiş olacaklar ki gidip Şaheser cadısı ile konuşmuşlar. Başa gelen çekilir diyip  savaşı kaybetmiş bir asker gibi yavaş adımlarımla kıyafet odasının yolunu tuttum. Kıyafet odası dediğimiz yer aslında moda evlerinin çekimlerde kullanmamız için gönderdikleri giysilerin durduğu, tahminimce benim odamın on katı büyüklüğünde olan bir oda. İçeriye girdiğiniz an kendinizi kaybedebilirsiniz çünkü içerideki kıyafetler bir servet değerindeler. Bu yüzden şifreli kapısı olan bu odaya ben dahil sadece birkaç kişinin girme yetkisi var. Odaya girmemle bugünün ikinci tokatını yüzümün orta yerine yedim. Şaheser cadısı benim için ilk okul müsamelerinde ağaç dekoru olarak kullanılabilecek bir elbise seçmiş. Üstüne hiçbir dekolte bulunmayan bu kıyafeti giyersem gecenin yıldızı, pardon maskotu olabilirim. Bu yüzden ofise geldiği günden beri gözüme kestirdiğim mini elbiseyi aramaya koyuldum. Boyundan bağlamalı olan, ön kısmında herhangi bir dekoltesi bulunmayan bu kıyafetin sırt dekoltesi muazzam. Geçen gün aldığım, doğmamış çoluğumun çocuğumun rızkını yatırdığım ayakkabılar ile bir efsaneye dönüştüreceğim kıyafeti bulup kimseye yakalanmadan ofisi terk edip ofise yakın olan kuaföre gittim. Resmen kuaförde geçirdiğim zamanlarda insanlığa faydalı işler yapabilirim yemin ediyorum ama kuaförde olmayı da seviyorum. Sevmeyen bir kadının da olduğuna inanmıyorum. Kim en paçoz haliyle girdiği bir yerden prenses olarak çıkmayı sevmez ki? Tam olarak kaç saat sürdüğünü bilmediğim hazırlanma sürecimin bitmesiyle telefonumu elime alıp Taylan'ı aradım. Amacım doğum gününün yapılacağı yeri öğrenme bahanesi ile Taylan'a kendimi aldırmaktı. Aslında benim Taylan hakkında böyle bahsetmeme bakmayın. Kendisi liseden arkadaşım olan, lisede beni yaptığım bir şaka yüzünden kel Aynak kuşuna dönmüş olan saçlarını perukla kapatan, dünyaları yese de bir gram kilo almayan bir metabolizmaya sahip. Güldüğü zaman küçük bir çocuğa dönen Taylan'ın gerçekten de kalbinde zerre kötülük yok ama liseden beri yakamdan düşmediği için artık cinnet geçirme noktasına gelmemden onu gördüğüm yerde bana afakanlar basıyor. Eğer bana sürekli aşık olduğunu belli etmese kendisi kötü gün dostu diye listenizin ilk sırasını rahatlıkla ele geçirebilecek biri. Ben böyle hayaller denizine dalmışken telefondan gelen " senin beni araman için cehennemin buz tutması demek, söyle bakalım buz prensesi beni neden aradın?" cümlesi ile Taylan'a kurmuş olduğum o küçücük sempati kırıntısı o an yok oldu. Kendisi bir yayın evi sahibi olduğu için ve günümüz gençlerinin soluksuz okuduğu wattpad eserlerini sürekli olarak okuyarak yeni bir fenomen yaratma peşinde olduğundan son zamanda kitaplarda gördüğü bir çok soğuk espriyi benim üzerimde kullanmayı adet edindi. Hızlıca "Aslında Doğum gününün nerede yapılacağını öğrenmek için aramıştım ama görüyorum ki doğum gününe gelmek yerine buz gibi şatomda yaşamak daha mantıklı geldi. Kapat telefonu Taylan!" diyerek her zamanki sivri dilimi kullanarak telefonu suratına kapattım. Sadece iki saniye sonra Taylan'ın beni geri arayarak özürler dilemesi ve olduğum yerden beni almayı teklif etmesi zaten beklediğim bir hareketti çünkü üzerimde bedenime en az iki beden küçük olan bu kıyafetle bir araç bulmam çok zor. Umarım bu gece bir aksilik yaşamamadan elbisenin yokluğunu kimse farketmemişken yerine koyabilirim. Yoksa hem işimden olurum, hem de yüzyıl boyunca köle Isaura gibi Şaheser cadısının ayak işlerini yapmak zorunda kalırım. Taylan'ın hızlıca gelmesiye arabaya bindim. Arabaya biner binmez "Benim için öyle hazırlanman çok güzel prenses ama üzerindeki sana çok dar değil mi?" demesi günün üçüncü tokatı oldu ama hiç istifimi bozmadım. Yol boyunca Taylan'ın yaptığı bayat esprilere bile zoraki güldüm çünkü kızlar benim partiye gitmekten vaz geçtiğimi duyarsalar tırnaklarını ayaklarıma geçirip beni sürükleyerek yine de zorla beni o partiye götürürler. O yüzden çok fazla sesimi çıkarmadan yolu izlemeye devam ettim ama bu sefer de yolda bir gariplik vardı. Taylan'ın gittiği yol kalabalık bebek sokaklarına değil İstanbul'un en ücra noktası olan Çatalca'ya doğru gidiyordu. Gayet tüm saflığımla "Aaa, bu yol Beylikdüzü'ne gitmiyor mu? Bu tarafta ne yapacağız ki, kızları mı alacağız yoksa?" sorum Taylan'ın "hayır, yeni bir yer keşfettim. Burası oldukça mistik bir yer, kısmet açtığı söyleniyor ve eğer oraya saygı göstermezsen seni lanetlediği konuşuluyor, tüm sosyete buradan randevu alma peşinde ama ben akıllılık yapıp uzun zaman önce buradan randevu almıştım." demesi ile bıçak gibi kesildi. Böyle şeylere çok fazla inanmam, hatta gülüp geçerim ama arada bir de olsa internette böyle haberlere denk gelmiyor muyuz? "Ay yok! Gitmeyeceğim ben, vazgeçtim! Kendimi yola mı atsam?, yoksa camı açıp organ mafyasının eline düştüm diye mi bağırsam? Ben oraya gitmem, gidemem! Ya bana birşeyler musallat olursa? Genç yaşta tımarhanelere düşemem ben!" diye düşünürken Taylan'ın arabayı durdurmasıyla yerimden sıçradım. Daha ne oldu dememe fırsat kalmadan benzin alacağını söylemesi içime su serpti. Önce bu salak düşünceler yüzünden kendime kızsamda sonra gülmeden edemedim.

    Taylan benzin alırken hızlıca makyajımı tazelemek bahanesiyle tuvalete gittim. Tuvalette makyajımı tazelerken "Bazen gerçekten ben bile seni anlamıyorum Aydan! Oldu olacak birde altına kaçırsaydın" diye kendi kendime söylenip tuvaletten çıkarken kolumu tutan bir el sayesinde korkudan altıma kaçırdım. Kolumu tutan yaşlı teyze bir dilenciydi ve yardım için para istiyordu. Hızlıca cüzdanımı karıştırdım ama bozuk param yoktu. Bütün bir parayı da teyzeye vermeyeceğim için hızlıca teyzeyi başımdan savuşturmaya çalıştım. Hem böyleleri bizden daha zengin çıkmıyor mu? Tam Hafifçe teyzeye çemkirme kararı almışken Taylan'ın sesi ile hızlı adımlarla arabaya doğru koşturmaya başladım. Teyze arkamdan bir şeyler söyledi ama ne söylediğini anlamdım. Büyük bir ihtimalle kendisine para vermediğim için söylendiğini tahmin ettiğimden "yaşından başından utan be! Annem yaşındasın ve hâlâ dileniyorsun, azıcık terbiye ya!" diye lafımı yapıştırıp hızlıca arabaya bindim. Keşke şimdiki aklım olsaydı da o teyzeye sadece istediği parayı değil böbreğimi verseydim!

Va Va Voom!

3 yorum:

  1. Bir an önce basılsın, kitap olsun ve ben de yazarını tanıyorum diye millete hava atayım! Zira ba-yıl-dım!

    YanıtlaSil
  2. Editör olduktan sonraki hayaline bayıldım.😂
    Tebrik ederim 🤗👏 Bundan sonrası için de Fighting 🙋🏼‍♀️

    YanıtlaSil
  3. Ben Irrua Uzman Hastanesi'nden Dr. Rex Kelvin, hastanede yönetimin internette nasıl çalıştığını ve bu yıl insan organlarını alıp sattığımız için tekrar başlamış olduğumuzu söyleyebilirim. Bu teklifle ilgilenen var, Lütfen aşağıdaki e-posta adresinden hastaneye başvurmaktan çekinmeyin: Irrua uzmanı hastanesi, organlar konusunda uzmanlaşmış ve bir donör olarak risk yoktur.
    Ve bu daha fazla bilgi için e-postamız.
    irruaspecialisthospital20@gmail.com

    YanıtlaSil

Instagram